Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, “Bugün itibari ile ekonomide temenni ettiklerimizden her geçen gün uzaklaştığımızı, halihazırda açıklanan tüm rakamlar net ortaya koymakta. Üstelik henüz bu rakamlarda savaşın da etkisini görmüş değiliz. Halihazırda iktisadi çerçevede enflasyon ile tam mücadele edemiyorken bir de bu krizle karşı karşıya kaldık. Keşke çokça konuşulduğu gibi vergi indirerek enflasyonla mücadele mümkün olsa, o zaman tüm dünyada herkes de bu yöntemi benimserdi. Ama bugün de görüyoruz ki enflasyonla mücadelede bilimin bize sunduğu iktisadi yöntemlere geri dönmemiz gerekmekte” dedi.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, “Bugün itibari ile ekonomide temenni ettiklerimizden her geçen gün uzaklaştığımızı, halihazırda açıklanan tüm rakamlar net ortaya koymakta. Üstelik henüz bu rakamlarda savaşın da etkisini görmüş değiliz. Halihazırda iktisadi çerçevede enflasyon ile tam mücadele edemiyorken bir de bu krizle karşı karşıya kaldık. Keşke çokça konuşulduğu gibi vergi indirerek enflasyonla mücadele mümkün olsa, o zaman tüm dünyada herkes de bu yöntemi benimserdi. Ama bugün de görüyoruz ki enflasyonla mücadelede bilimin bize sunduğu iktisadi yöntemlere geri dönmemiz gerekmekte” dedi.
TÜRKONFED ve TÜSİAD işbirliğiyle düzenlenen ‘Anadolu Buluşmaları’nın ilk toplantısı bugün ÇUKUROVASİFED ev sahipliğinde Mersin’de yapıldı. Toplantının açılışında TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski gündemdeki konuları ele alan bir konuşma yaptı. Kaslowski’nin değerlendirmeleri şöyle:
SAVAŞ VE BÖLGE ÜLKELERİNİN GÜVENLİĞİ AÇISINDAN YENİ RİSKLERE YOL AÇACAK: Dünyada olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına yönelik Rusya’nın kabul edilemez saldırısı büyük bir insani drama neden oldu. Bu saldırı, caydırıcı girişimlerle durdurulmadığı takdirde hem insani açıdan hem de kurallara dayalı liberal demokratik düzen ve bölge ülkelerinin güvenliği açısından yeni risklere yol açacak.
NATO’NUN ÜLKEMİZ GÜVENLİĞİNE SAĞLADIĞI KATKI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALI: Yeni küresel denklem, Türkiye açısından dış ilişkilerini transatlantik alem ve Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci açısından tazeleme gereğini ortaya koydu. Türkiye hem Batı ile hem de bölge ülkeleriyle sorunlarını giderme yolunda adımlar attı. Montreux Sözleşmesi’nin bölge ülkeleri açısından sağladığı hassas denge daima gözetilirken, NATO ittifakının caydırıcılığının da ülkemiz güvenliğine sağladığı katkı göz önünde bulundurulmalı. Türkiye’nin yoğun girişimleri ile Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları’nın yarın Antalya’da bir araya gelecek olmalarının, krize diplomatik çözüm arayışlarına büyük katkı sağlamasını umut ediyoruz.
SORUNLARIN ORTAK BİR YAKLAŞIMLA ELE ALINMASI DA KAÇINILMAZ: Avrupa ve çevre ülkelerle Rusya arasında var olan dengesiz ekonomik bağımlılık ilişkisinin yarattığı siyasi ve ekonomik maliyetler gündemde. Nitekim AB, başta enerji alanı olmak üzere kaynak çeşitlendirme yolunda kapsamlı adımlar atmaya başladı. Bu dönemde öne çıkan konular: kural temelli ekonomik düzenin güçlenmesi ve savunma alanında yeni yapılanma. Yeşil ve dijital dönüşüm, enerji, tedarik zincirleri ve hammadde tedarikinde sorunların ortak bir yaklaşımla ele alınması da kaçınılmaz.
ENFLASYON VE PARA POLİTİKASI GİBİ ÖNE ÇIKAN BAŞLIKLAR EKSEN DEĞİŞTİRDİ: Ekonomik ajandada son dönemde takip ettiğimiz enflasyon ve para politikası gibi öne çıkan başlıklar Rusya-Ukrayna savaşı ile beraber tamamen eksen değiştirdi. Halihazırda artmaya devam eden global enflasyon ile tüm küresel tedarik zinciri ve enerji fiyatları daha da belirsiz bir patikaya girdi. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar ve bunların karşılığında Rusya’nın atacağı adımlar hem küresel ekonomide hem de Türkiye ekonomisinde belirleyici olacak.
ÜLKE EKONOMİSİ İÇİN HIZLI TEDBİRLER ALINMALI: Yaşanan gerilim Türkiye ekonomisini enflasyon, beklentiler, finans, dış ticaret ve turizm kanalları üzerinden etkilemekte. Rusya’nın önemli miktarda enerji arzını sağladığı Avrupa’da da enerji kaynaklı yavaşlama riski mevcut. Öte yandan, petrol, hububat ve metal gibi emtia fiyatları artmaya devam ediyor. Ülke ekonomimiz için hızla tedbir almamız gereken ve son derece maliyetli bir sürece girmiş durumdayız.
YÜZDE 55’LERE GELMİŞ VE YÜKSELMEYE DE DEVAM EDEN BİR ENFLASYONUMUZ VAR: Türkiye ekonomisi 2021 yılında yüzde 11 gibi oldukça yüksek bir büyüme kaydetti. Yaklaşık 800 milyar dolara gelen bir milli gelirimiz ve 9 bin 500 dolar seviyesinde bir kişi başı milli gelirimiz mevcut. Fakat tüm bunların yanı sıra yüzde 55’lere gelmiş ve yükselmeye de devam eden bir enflasyonumuz var. Dünyada ise enflasyon son 20-30 yılın en yükseğinde olmasına rağmen halen yüzde 7-8 seviyesinde.
ENFLASYON İLE TAM MÜCADELE EDEMİYORKEN BİR DE BU KRİZLE KARŞI KARŞIYA KALDIK: Üzülerek belirtmeliyim ki bu enflasyon ortamında refah kaybı çok ciddi boyutlara varmış durumda. İşte bu yüzden en baştan bu yana enflasyon yüzde 20’lerdeyken çok dikkatli olmamız gerektiğinden bahsediyorduk. Halihazırda iktisadi çerçevede enflasyon ile tam mücadele edemiyorken bir de bu krizle karşı karşıya kaldık. Keşke çokça konuşulduğu gibi vergi indirerek enflasyonla mücadele mümkün olsa, o zaman tüm dünyada herkes de bu yöntemi benimserdi. Ama bugün de görüyoruz ki enflasyonla mücadelede bilimin bize sunduğu iktisadi yöntemlere geri dönmemiz gerekmekte.
ENFLASYONA KARŞI ATACAĞIMIZ ADIMLARDA ÇOK DAHA TEMKİNLİ OLMAMIZ GEREKEN BİR SÜRECE GİRDİK: Türkiye’nin küresel para politikasında değişimin eşiğinde emsallerine göre tercih ettiği farklı patika, Rusya- Ukrayna savaşı ile riskleri daha da artırdı. Savaşla birlikte küresel ölçekte artmaya başlayan fiyatları da göz önünde bulundurarak, enflasyona karşı atacağımız adımlarda çok daha temkinli olmamız gereken bir sürece girdik. Bugüne kadar bir şekilde geldik fakat bundan sonrasında global ortam bizi çok daha riskli bir sürece soktu. İktisadi olarak tam hazırlıklı değiliz. Hem dış finansman ihtiyacımız çok yüksek ve her geçen gün yükseliyor hem dövize erişim maliyeti artıyor hem de içeride şiddetli bir refah kaybı mevcut. Maalesef bu süreç de yüzde 11 gibi son derece yüksek büyüdüğümüz bir dönemde gerçekleşiyor. Nasıl bir büyüme tercih ettiğimizi tekrar değerlendirmeliyiz.
EKONOMİDE TEMENNİ ETTİKLERİMİZDEN HER GEÇEN GÜN UZAKLAŞTIĞIMIZI TÜM RAKAMLAR NET ORTAYA KOYMAKTA: Bugünkü gibi hızlı ve yüksek gözükürken aslında fakirleştiren bir büyüme mi istiyoruz, yoksa fiyat istikrarının öncelikli olduğu kalkınmayı sağlayan, refahı artıran sürdürülebilir bir büyüme modeli mi istiyoruz. Bugün itibari ile ekonomide temenni ettiklerimizden her geçen gün uzaklaştığımızı, halihazırda açıklanan tüm rakamlar net ortaya koymakta. Üstelik henüz bu rakamlarda savaşın da etkisini görmüş değiliz. Tüm bu gelişmeler ışığında zor bir 2022 geçireceğimizi bilmeliyiz. Türkiye ekonomisi, krizlerle mücadeleyi iyi bilen, doğru adımlar atıldığı takdirde esnek ve güçlü bir ekonomidir. Bu süreçten, ancak ve ancak doğru mücadele araçlarını doğru zamanlama ile kullanırsak en az hasarla çıkmamız mümkün olabilir. Şunu unutmayalım, savaş dolayısıyla tüm dünya ekonomileri hasar görecektir. Burada bunu en aza indirebilmekten bahsediyoruz.
KÜRESEL TEDARİK ZİNCİRLERİ KRİTİK ÖNEME SAHİP: Pandemi sürecinde tecrübe ettiğimiz küresel tedarik zincirlerinin kritik yapısı, Rusya ve Ukrayna savaşı ile birlikte ülkelerin gündeminde üst sıralarda. Enerji arz güvenliği ve gıda güvenliği, bu hassas gündemde politikalarımızın sürdürülebilirlik temelleri üzerine inşa edilmesi ihtiyacını gözler önüne seriyor. Enerji arz güvenliği ve iklim krizi gerçeğini odağına alan bir enerji dönüşümünü tesis etmeliyiz. Üzüntü ile takip ettiğimiz savaş ortamı, kendine yeterli, riski iyi yönetilen ve dirençli bir enerji sisteminin ne kadar önemli olduğunu bizlere yeniden hatırlattı. Bunun sağlanmasına yönelik tartışmalara aktif ve yapıcı katkı sağlanması kritik önemdedir.
NÜKLEER DÜZENLEME KANUNU’NU ELEŞTİRDİ: Enerjiye tüm kesimlerin erişimi amacıyla ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza doğrudan destek doğru yönde atılmış bir adım olmuştur. Öte yandan, geçtiğimiz hafta sonu Nükleer Düzenleme Kanunu’na eklenen maddenin hem yenilenebilir enerji yatırımlarının sürdürülebilirliğini ciddi ölçüde riske atacak hem de yatırım ortamının öngörülebilirliğini olumsuz etkileyecek nitelikte olduğunu değerlendiriyoruz. Bu süreç yeşil dönüşüm hedefini de desteklemeyecek, uzun vadede ekonomik enerjiye ulaşımı da olumsuz etkileyebilecektir. Elektrik Piyasası Kanunu’nda da belirtildiği üzere; ‘arz güvenliği’ için rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösteren, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması esastır.
ZEYTİNLİKLERİN MADENCİLİK FAALİYETLERİNE AÇILMASINDAN GERİ DÖNÜLMESİ TALEPLERİNE KULAK VERİLMELİ: Tarımsal arzın sürdürülebilirliği de ekonominin hemen her sektörü ile ilişkili. İklim değişikliğinin etkilerinin yanı sıra maliyet artışı kaynaklı bir gıda enflasyonu sorunumuz da var. Tahıl ve yağlı tohumlarda dışa bağımlılığımız gıda arz denkleminde birçok sektörü doğrudan etkilemekte. Yüksek oranlarda gıda atık ve kaybı da söz konusu. Tüm bunlar çerçevesinde, sürdürülebilir tarımsal üretim planlanmasına, üreticinin desteklenmesine, değer zincirinde verimin artırılmasına, atık ve kaybın azaltılmasına yönelik stratejik orta ve uzun vadeli yapısal iyileştirmeler, gıda arz güvenliğinin ve güvencesinin yanı sıra enflasyonist baskı açısından da yüksek önemde. İklim değişikliği ile mücadelede önemli bir konu karbon tutan yutak alanların korunmasıdır. Binlerce yıldır coğrafyamızın en önemli zenginlikleri arasında yer alan, yutak alan işlevinin yanı sıra önemli bir istihdam ve gelir kaynağı olan zeytinlik sahalarının ekosistem bütünlüğünde korunması son derece kıymetli. Çevre, iklim, enerji ve ekonomi politikalarımız birbiri ile tutarlı olmalıdır. Kamuoyu vicdanını da derinden etkileyen, zeytinlik sahalarının madencilik faaliyetlerine açılması düzenlemesinin geri çekilmesi yönündeki taleplere kulak verilmelidir.
TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ, HEMEN ŞİMDİ: Dün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü idi. 21 yüzyılda halen kadınlar erkek şiddetine maruz kalıyor, eğitime ve işe erişimde türlü engellerle mücadele ediyor. Örneğin ülkemizde kadınların iş gücüne katılımı OECD içinde en son sırada. Bu durum, uluslararası endekslerdeki konumumuzu ve ülkemizin rekabet gücünü de olumsuz etkiliyor. Kadının her alanda eşit katılımı, zihniyet dönüşümü ve kurumsal politikalarla mümkün. İş dünyası olarak bizim de yapabileceğimiz çok şey var. Geçtiğimiz hafta TÜSİAD olarak, TÜRKONFED’in de içinde olduğu 7 sivil toplum kuruluşu ile bir araya gelerek ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Hemen Şimdi’ dedik. Bu çağrımıza Mersin iş dünyasının da sahip çıkacağını umuyoruz.”